Bir Şehir

Bir tiyatro hayal edin ki aslında seyir için gitmiştiniz.
Bir noktasında kendinizi seyirin içinde buldunuz.
Meğerse siz de bir oyuncuymuşsunuz.
Zaten kimse size sadece seyirci olma iznini vermezdi.

Eğilip yerden bir taş aldınız.
Yakından bakayım diye yüzünüze yaklaştırdınız.
Taş elinizde un ufak oldu.
Parmaklarınızın arasında yerlere akarken.
Birisi sırtınıza dokundu.

Dönüp baktınız, şefkatli birine benziyordu.
Konuşayım dediniz.
Ama genci yaşlısı bir kalabalık belirdi.
Her birisi bir başka amaç peşinde.
Doğru yere mi geldiniz?
Yine de biraz devam edeyim dediniz.

Onların heyecanı sizi de aldı götürdü.
Bir tarafından tuttunuz hayat denen o karmaşık makinanın.
Tamamiyle zamanın ve mekanın verdiği imkanla.
Belki de ilk defa içinizden geçenleri masaya koydunuz.
Masanın üstünde güzel şeyler olacak diye
Biraz sevindiniz.

Ama aslında hiç bir şey göründüğü gibi değildi.
Küçük oyuncular sürekli birbirlerini bıçaklıyordu.
Ne kan akıyordu ne de kimse şikayetçiydi durumdan
Anlamakta güçlük çektiniz.
Diğer yandan büyük oyuncular hiç ortada yoktular.
Vardılar, yoktular; sonra yine var ve yok oldular.

Yine de kendinize bir yol çizdiniz.
Ama çizgi gittikçe incelmeye başladı.
Çizgi kopunca arkanızdan bakanlar var mı diye.
İkide bir geriye dönüp baktınız.
Evet vardı ama sisten pek görünmüyorlardı.

Siz yokken ortalık duruldu galiba.
Veya siz öyle sandınız.
Küçük oyuncular sürekli yer değiştirdiler.
İskambil kağıtlarının karılması gibi.
Hiç biri için nerede oldukları pek önemli değildi.
Bir yerde olmak yetiyordu.

Sonra birden şiddetli bir yağmur yağmaya başladı.
Şefkatli adamı üzgün gördünüz.
Küçük oyuncular birbirlerini bıçaklamaya devam ettiler.
Büyük oyuncular yine var ve yok olmaya devam ettiler.

Hiç bir şey öğrenmedim diyemezsiniz.
Ama bu tecrübe sonrası bir daha tiyatroya gitmeyin derim.
Yine de bundan kaçınabileceğinizi pek sanmıyorum.
Fakat sizde bir cevher var biliyorum.
Kendinize iyi bakın.